8.1. TÜRBE VE YATIRLAR
8.1.1. Tasavvufta Tekke Ve Zaviye Kültürü
Tasavvufun konusu insandır, gayesi ise onun iyi bir kul olmasını temin etmektir. Yine Kur'an'daki ifadesi ile "Allah'tan razı olan ve Allah'ın kendilerinden razı olduğu (Bkz. Maide, 5/119), Allah'ı seven ve Allah tarafından sevilen " (Bkz. Maide, 5/54) bir kul olabilmelerini temin etmektir. Bu terbiye usulü ile kişi insan-ı kamil noktasına, olgun insan mertebesine yükselir. Bu makamın Kur'an'daki ifadesi takvadır ( Bkz. Enfal, 8/34, Hucurat, 49/13). Tasavvuf sürekli olarak insana kendini bul, nefsini tanı ikazını yapan bir kültür terbiyesidir. Kendisini değilde sürekli olarak başka şeyleri düşünen kişi böyle bir sistemle karşılaştığı an hakikatle yüz yüze geldiğini anlamakta ve teslim olmaktadır. Dolayısıyla toplumların zihniyetlerini tahlil ederken mutlaka münasebette bulundukları mistik hareketleri hesaba katmak gerekir. Bizim sosyal yapımız kadar psikolojik dünyamız ve bediî zevklerimiz de tasavvufî düşünce ile yakından ilgilidir.(52)
Medeniyet tarihimizde tekkeler ve zaviyeler vakıf olarak kurulmuş ve zengin vakıf gelirleri ile techiz edilmiş te‘sisler arasında ehemmiyetli bir yer işgal ekmektedir. Çeşitli tasavvufî tarikatlara ait olan ve bu gün Avrupa'nın muhtelif ülkelerindeki "Kültür Evleri" ne benzetebileceğimiz bu tekkelere halkın dinî ve kültürel hayatı üzerinde çok büyük bir te‘sir icra etmişlerdir. Bu tarikatlar, resmî ulemanınkinden farklı bir kültür geliştirmişlerdir. Gerçekten bunlar, besteledikleri musikî parçaları, ayinlere idhal etikleri rakslar ve halk dilinde kaleme aldıkları edebî ve tasavvufî eserler sayesinde, kitlelerin dinî duygusunu beslemişlerdir.
Camiler gibi tekkelerin kapısı da herkese açık olmuş, belli bir yaş grubuna mensup kişilerle sınırlı kalmamıştır.(52)
8.1.2. Tekkelerde Ziyaret Adabı
Şifa bulmakta aslolan, insanlarin türbeler etrafinda dönmesi, taşlara ve topraga yüz sürmesi veya bu gibi yerlerin topragini kutsal zannederek yemesi degildir. Zaten böyle şeyler dinimizde de haramdir. Iyileştiren asil sebep insani psikolojik olarak bu vesilelerle, Allah'in kendisine şifa verecegine inanmiş olmasindaki NIYYETTIR.
Dolayısı ile insanların taşların ya da yatırların sırrına değil, bunları vesile sayarak kendilerini yaratan Allah'a bağlanmaları gerekir. İnsanı her sahada iyileştiren asıl SIR bu şekilde hareket etmektir.
Allah her şey için bir sebep yaratmiştir. Meseleye bu manada yaklaşanlar için, taş da toprak da zaman gelip ilaç gibi kimyevî bir şifa kaynagi olur. Kimi zaman da bir manevî gücün simgesini temsil eden bir sembol olarak ruhlarda genişligin ve yumuşakligin bir vesile ile alameti olur.
Şunu peşinen belirtelim ki, Islam dininde kabir ziyareti ve büyük zatlari ziyaret sünnettir. Bu insanlar ancak ibret alinmak için ziyaret edilirse makbuldür. Yoksa kabirlere el sürülmesi, çaput baglanmasi,.etrafinda tavaf gibi dönülmesi Allah'a ortak koşmaktir. Allah'i unutup her şeyi onlardan beklemekse küfür ve günahtir. Onlar adina şu işim olursa bir kurban kesecegim veya şu kadar oruç tutacagim gibi beklentilerde bulunmak Allah korusun, bilmeyerek insani dinden uzaklaştirir ve bu zatlari putlaştirmak olur. Bu şekilde kesilen kurbanlarin etleri de Islam'a göre haram sayildigi için yenmez. Her şey Allah rizasi için yapilmalidir. Dua ancak ona olmalidir.
O halde her şey Allah için yapilmali şifa ve imdatin Allah'tan geldigi bilinerek yapilmalidir. Niyyetler Allah'a, eller O'na açilmalidir. Bu gibi zatlar hürmetine dualarin kabulü hastaliklara şifa vermesi Cenab-i Hak'tan istenmelidir. Ziyaretler bu maksatla olursa amacina ulaşir. Şifa ve sevap vesilesi olur.(52)
8.2. ALUCRA’DA BULUNAN BAŞLICA YATIRLAR
"Bilindiği gibi Anadolu’da maneviyat mimarları olan veliler hakkında (Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bayram Veli, Abdülkadir Geylani, Beyazıd-ı Bistami ve diğer bazı mübarek zatlar hariç) yazılı eserlere rastlamak mümkün değildir. Evliya Çelebi Seyahat-namesi'nde bazılarına temas edilmiş ise de bugünkü Osmanlı ve Selçuklu vakfiyelerinde isimleri zikredilen veliler hakkında pek fazla bilgi verilmemiştir.
Cumhuriyet tarihinin ilk yıllarında tekkelerin kapatılması ve yapılan tarih yağmacılığı, daha sonra da eski eserlerin çok yüksek paralarla tarih kolleksiyoncularına satılması sonucu aslında var olan bir çok belge de yok olup gitmiştir.
Yöremizle (Alucra Yöresi) ilgili Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivi dışındaki arşivler, özellikle T.K.G.M.'ne bağlı arşivler ile Şeb.'deki arşivler henüz araştırılmamıştır. Ciddi bir çalışma ile belki çok net sonuçlar bu şekilde daha iyi alınabilecektir."42
İslamın emrettiği "dirlik için birlik" şuğurunu bu topraklarda bu velilerin irşadı sağlamıştır. Büyük Selçuklu Devleti'nin 1243 Moğol (Kösedağ) Savaşı ile yıkılması sonucu bu topraklarda 40 yıla yakın başsız kalan toplumu, manen disipline ederek ayakta tutan 600 sene sürecek olan bir Osmanlı Beyliği etrafında bir araya getirmeyi başaran yine bu zatlar olmuştur. (52)
Alucra yöresinde tekke kültürü yaygın olup, bu manevi hava, çok canlı bir şekilde yaşanmaktadır. Şimdi bunlardan bazılarını görelim:
8.2.1. Şeyh-i Şeyrani Şeyh Mustafa Efendi (Kara Şeyh)
Nakşibendî ocaginda yetişmiş büyük bir alimdir. Tekkesini Çorum'da kurmuştur.Pek çok ögrenci yetiştirmiştir. 61 yaşinda hacca gitmiştir.
Hacc yolculuğu esnasında Alucra-Şiran mevkisinde meskun halk (üç bin kişi civarında) onu yolcu etmek için geçirirler. Bu kalabalık Şeyh-i Şeyrani Şeyh Mustafa Efendi’den yağmur duası etmesini rica ederler. O da (kibirden uzak) kendini naçiz biri olarak nitelendirip o sırada kalabalığın arasında bulunan Çalgan'lı Osman Efendi'ye yağmur duası etmesini ister. Bu hadisede Çalgan'lı Osman'ın kerameti görülür.(Bkz. 8.2.5. Müderris Osman Efendi s.158)
Yine yolculuğu sırasında Suşehri (Sivas) civarında köylüler, mezarlıklarında medfun bir zat için duasını isterler. Şeyh Mustafa Efendi daha mezara varmadan "Eyvah! Kabrinden hala duman çıkıyor." der. Çevresine bu zat hakkında soru sorduğunda onun tütün tiryakisi olduğu cevbını alır.
Şeyh Mustafa Efendi hacc farizasini yerine getirdikten sonra, geri dönüşü deniz yolu ile Samsun'a gelip Samsun'dan Çorum'a gitmek ister. Bunun için de bir gemiye biner. Limanda bilet kontrolü yapalinca Ş.M.E.'nin bileti olmadigi anlaşilir. Kendisine bilet soruldugunda " Benim biletim kesildi." cevabi alinirsa da kabul edilmez ve gemiden indirilir. Gemiden inen Ş.M.E. bir camiye gelip evrad-i zikrini yapmaya başlar. Ş.M.E. gemiden indikten sonra gemi hareket etmez. Kaptan geminin bütün aksaminin tam olmasina ragmen hareket alamamasinda bir sebep arar ve görevlilerden, peşmürde bir fakirin indirildigi cevabini alinca, hemen durumun farkina varir ve Ş.M.E.'yi çabucak buldururarak gemiye konuk eder. Ş.M.E. gemiye biner binmez gemi hareket etmeye başlar. Bu kafile, diger gemilerden çok sonra çikmişsa da, Samsun'a dört saat erken varir.
Samsun'da müridleri karşilar ve onlar eşliginde Çorum'a ulaşir.(47)
8.2.2. Müderris Hacı Hasan Efendi
Babasının adı Veysel'dir. Kendisi Zıhar'da imamlık yapmıştır. Hocası ünlü Şeyh-i Şeyrani Şeyh Mustafa Efendi'dir. Gelvarıs'da (yakın zamana kadar Alucra’ya bağlı bir köy) bulunan medresede 24 talebesinin masrafını çekmiş, aynı zamanda maişetlerini de karşılamıştır. Bölgenin dince ihyasında payı çok büyüktür. Zıhar Medresesi'inde pek çok alim yetiştirmiştir. 1800'lü yıllırda yaşamıştır.
Alucra yöresinde pek çok kerameti rivayetleri vardır:
“Müderris Hacı Hasan Efendi (1950' lerden sonra) birgün Çakmanus Köyü'nü ziyareti esnasında Zıhar tarafına gelirken, Çakmanus Köylü'leri kendisine Mehmet Şeyh Veli'den bahsederler ve mezarının nerede olduğunu bilmediklerini söylerler. H.H.E. bunun üzerine elindeki asasını fırlatır ve bu gün halen mevcut bulunan Mehmet Şeyh Veli'nin kabrinin başına asası saplanır. Daha sonra H.H.E. Çakmanus köylüsü ve talabelerine "Ey insanlar ! Çakmanus vakfiyenini sahibi ve hudutları içerisinde yatan en büyük Evliyaullah o asamın diklendiği yerin altında yatmaktadır. Gidiniz orayı açınız ve kendisine yaraşır bir türbe inşa‘ ediniz."
H.H.E. ve topluluk asanın diklendiği yere varıp dualarla kabri kazmaya başlarlar ve merteği dahi çürümemiş görürler. Merteği kaldırdıklarında mübareği beyaz bir kefende bütün halinde yatıyor görürler.” (47)
Başka bir rivayette de şöyle bir kerameti mevcuttur:
“Hacı Hasan Efendi bir gün harmanda çalışırken aniden elindeki yabanın sapını beline dayayarak yabanın ucunu havaya kaldırmış. Tam o sırada oradan geçmekte olan biri H.H.E.'nin bu hareketini garipseyerek böyle ne yaptığını sorar. H.H.E. bu şekilde biraz bekledikten sonra oğlunun denizde tehlikede olduğunu ve ona yardımcı olduğunu söyler.Bu hadiseden sonra H.H.E.'ye inanılmayıp onun delirdiğine hükmederler. Daha sonra H.H.E.'nin oğlu köye geldiğinde ona sorarlar. O da, "Gemiyle yolculuğumuz sırasında Akdeniz’de şiddetli bir fırtınaya yakalandık.Gemimiz batma tehlikesi geçirirken son anda kurtulduk." deyince bütün köylüler gerçeği anlar ve H.H.E.'nin keramet ehli olduğuna hükmederler.” (7)
8.2.3. Müderris Hacı Osman Efendi
Müderris Ahmet Oğulları'ından olup Torul (Gümüşhane) Beşkilise Köyü'nde dede evinde dünyaya gelmiştir. Kökeninin “seyyid” olduğu rivayetleri vardır. Sülalesi hoca-zade bir yapıya sahip olduğu için ilk tahsilini aile içerisinde alır. Daha sonra Zıhar imamı H.H.E.'den ders alan H.O.E. Çorum tekkesinin şeyhlerinden Nakşibendî şeyhi Kutub Şeyh-i Şeyrani Şeyh Mustafa Efendi'den eğitim alıp ona intisab etmiştir. Sonra onun emri ile Şam'a gitmiştir. Burada bir süre İslam tebliğinde talebe yetiştirdikten sonra Alucra'ya gelerek yerleşmiştir.
H.O.E.'nin halkça birçok kerameti sabittir. Devrin alimlerince, vakit namazlarını Mekke'de kıldığı rivayet edilir.
H.O.E.nin hayatı boyunca silahını belinden düşürmediği söylenir.
Alucra'da birçok alim yetiştirerek Alucra'nin dini yönden ihyasinda büyük katkisi olmuştur. Yetiştirdigi önemli talebelerinden bazilari şunlardir:
- Hoca Yusuf Yağcıoğlu (Dellülü Hoca)
- Molla Hasan
- Molla Recep
Hacı Osman Efendi kendi isteği üzerine Mekke'de medfundur. (4)
8.2.4. Mehmed Şeyh Veli
Türbesi Çakmanus Köyü Karaağaçlı Mahalle'sinde bulunmaktadır. 14-15. yüzyıllarda
yaşadigi tahmin edilmektedir.
Çakmanus Vakfiyesi Alucra hudutları içerisinde bulunan vakfiyelerden üçüncüsüdür. Diğerleri, Boyluca'da (Zun) ve Çakmak'ta (Zıhar) dır. Vakfiyelerin alan bakımından en büyüğü Çakmanus Vakfiyesi'dir.
Çakmanus Vakfiyesi yıllarca işlevini devam ettirdiği halde Mehmed Şeyh Veli'nin kabri bulunamamıştı. Ta ki Müderris Hacı Hasan Efendi'nin buraya teşrifine kadar ( Bkz. 8.2.2. Müderris Hacı Hasan Efendi s.156).
Mehmet Şeyh Veli'nin kerametlerine şahit olan pek çok insan vardir. Halen, günümüzde sabah namazi vakitlerinde, onu köy puvarindan abdest alirken görenler bulunmaktadir.(4)
Tarife göre; boyu ortadan ziyade kısaya yakın, buğday benizli, çekik gözlü, çenesinde bir tutam sakal, beyaza yakın siması vardır.(4)
8.2.5. Müderris (Çalganlı) Osman Efendi
Doğumu tam olarak belli olmayıp, Çalgan'da 1932 de vafat etmiştir. Hocası Hacı Hasan Efendi gibi müderris Osman Efendi de Şeyh-i Şeyrani'den ders almıştır.
Müderris Çalganlı Osman Efendi’nin rivayet edilen bir kerameti şöyledir:
Şeyh-i Şeyrani hacca giderken Suşehri (Sivas) mevkisinde Çalgan'li Haci Osman Efendi'den yagmur duasi istediginde; H.O.E. kafasinin yere egip bir süre murakabe ettikten sonra kafasini kaldirip halka, dört arş çiktigini ve Şiran'a bir yil yagmur olmadigini söyler. Hemen akabinde de, kitligin olmayacagini da söyler. Zaman da gösterir ki, yagmur yagmamasina ragmen mahsullerde ot orani düşük oldugu halde başak verimi yüksek olur. Dolayisi ile o yil yiyecek sikintisi çekilmez. (47)
8.2.6. Hacı Yusuf Efendi
Dedeleri Semerkant'tan gelerek Alucra'nın Zıhar Köyü'ne yerleşmişlerdir. Kökenlerinin Hz. Ömer'e dayandığı rivayet edilir. Hoca-zade, yani ulema yetiştiren bir soy olması nedeniyle Zıhar Medresesi'nde bu ailenen büyük emekleri olmuştur.
Mevlana Şeyh Çagirgan-i Ismail Hakki Veli Hz.'nin potnişinligini (Tarikati Kur'andan sonra gelen şeyhlere verilen isim) yapan aile olmuşlardir. Bu aileden 40'in üzerinde alim çikmiştir. Memişoglu Haci Yusuf Efendi'nin babasinin adi Abdullah'dir. Dini tahsilini Zihar medreselerinde tamamlamiştir. Mana ilmini ise yine Şeyh Çagirgan Ismail Hakki Hz.'den (ilhamla) tamamlamiştir. (4)
8.2.7. Tüysüz Baba
Alucra'ya bağlı Anastos Köyü'ne 4 km. uzaklıkta olan Berdiya Dağları'nın en yüksek tepesinde bir ardıç ağacının dibinde medfundur. Üç yüz sene önce yaşadığı tahmin edilip hakkında geniş bir bilgi yoktur.
Günümüz insanlarında, bu mübareğin kabrinden ışık yandığını görenler bulunmaktadır. Çevrede yağmur dualarına, Tüysüz Baba'nın bulunduğu tepeye çıkılır. Kurbanlar bu medfunun başında kesilir.(4)
8.2.8. Kurt Baba
XV.y.y. ile XVI. y.y. arasında yaşadığı bilinmektedir. Çakmak Kışlaönü kabristanlığında medfundur. Rivayete göre asıl ismi İbrahim olan bu mübareğe yılın belli zamanlarında kurtların, kabri başına toplanarak uluması sonucu halk tarafından bu isim verilmiştir.
Şeyh Memişoglu Mahmud'un başindan geçen bir anisi şöyledir:
"Bir kış günü Çağırgan Baba'yı ziyarete gitmiştim. Kabristanında tipiye yakalandım ve tam o sırada da kurtlar peydah oldu. Korkup bir ağaca çıktım. Kurtlar, tarihi ulu çınarın dibinde yatan İbrahim adındaki Kurt Baba'nın başına gelerek ulumaya başladılar. Ben çamın üstünden aşağıda olup biteni seyrediyordum. Tam o sırada Cenab-ı Mevlâ gökten peynire benzer süt beyazında, fındık büyüklüğünde ni‘met ihsan eyledi kurtlara. Kurtlar bu nimetten yedriler ve daha sonra da çekip gittiler. Ağaçtan inerek, kurtlardan geriye kalan bir parça ni‘meti de ben yedim. İşte o ni‘meti daha ömrümde görmemiştim. Ömrümde öyle bir lezzet, öyle bir tad olmadı. Böyle bir lezzet ve tadın olduğunu da tahmin etmiyorum. Be de o gün bu zat-ı merhumun “Kurt Baba” olduğu gerçeği pekişti." (4)
8.2.9. Mevlana Şeyh Çagirgan-i Ismail Hakki Veli Hz.
Zıhar Köyü Süleyman Şahoğlu Nasireddin Vakfiyesi'nde medfundur. “Çağırgan Baba” olarak da adlandırılır. Zıhar medresesinin kurucularından olarak bilinir. Ne zaman yaşadığı ve hayatı hakkında bir bilgiye ulaşılamamıştır. (4)
8.2.10. Seyyid Mahmud Çağırgan-ı Veli Hz.
15. yüzyılda Orta Asya'dan kardeşleriyle beraber Anadolu'ya gelip Alucra'ya yerleşmiştir.
Yavuz Sultan Selim Han, Trabzon'da sancak beyi iken Şah Ismail'in, Dogu Anadolu'daki nüfuzunu görmüş ve bir dizi tedbirlere girişmiştir. Bunun için en verimli çare olarak S.M.Çagirgan Veli gibi mübarek insanlarla süreklI maddî ve manevî ilişki içerisinde olmuştur.
"Bunun için de bu bölgelerde belli toprakları belli eşhasa vakfiye olarak tanzim etmiştir.Yavuz Sultan Selim Han vakfiyesinde şu ifadeleri kullanır:"Meşayihlerin fahri (kendisine tanzim edilen -ettiğim- ve kendisiyle şereflenip öğündüğüm) işte bu Zun karyesi (köyü) ve sınırları içerisindeki mülk, meşayihlerin fahri, Şeyh Mahmud Çağırgan ve evladına vakfiyemdir. Kim bilerek bu vakfiyemi tebdil ederse (değiştirirse) bütün meleklerin ve insanların bedduasına (lanetine) uğrasın. H.907. M.1501."43
Yörede anlatılan bir rivayete göre: Birinci Cihan Harbi sırasında Kazım Karabekir ordusuyla Zun'da mola verdiğinde, akşam vakti S. M. Çağırgan'ın türbesindeki düz ve uzun olan bir taşı askerlerine emir verip dereye attırır. Ertesi gün uyandıklarında bir de bakarlar ki dereye atılan taş tekrar aynı yerine gelmiş.
Zun Köyü'nde 1990'lardan sonra Boyluca (Zun) Derneği, her yıl Ağustos ayında Seyyid Mahnud Çağırgan-ı Veli Hz. türbesinde bir dizi program düzenlemektedir. (42)
|